28 Nisan 2015 Salı

Şili-Santiago (11-14.04.2015) - 3 Gece 3 Gün

Görkem YARGICI

Mendoza - Santiago yolculugu ve sınır geçişi

Mendoza'dan 22:00de hareket eden otobüsle Santiago'ya doğru yola çıktık. Arjantin'in rahat otobusleriyle yola devam ediyoruz. Semi-Cama olan otobusumuz yine uyumaya cok uygun. Ust katin en onundeki koltuklarimiza kuruluyoruz.




Dünkü Alta Montana turu ile aynı rotayı takip ediyoruz, tabi ki gece yolculuğu yaptığımızdan etrafı görmemiz mümkün değil. Dün bir sürü para verip de o tura gitmek yerine, gündüz seferiyle Santiago'ya gitsek aynı etkiyi yapacakmış. 


Saat 23:00 civarında Arjantin jandarması yolu kesiyor ve her aracı tek tek arıyor. Yaklaşık yarım saat öndeki araçların aranmasını bekledikten sonra sıra bize geliyor, 10 dakika kadar da bizim otobüsü aradıktan sonra iniyorlar ve yolumuza devam ediyoruz. Saat sabah 1:30 civarında sınıra varıyoruz. Her otobüsün yolcuları sırayla inip işlemlerini tamamlıyor. Önümüzde 3 otobüs var ve bize ancak 1 saat sonra sıra geliyor. Otobüsten inip, koltuk numaralarımıza göre sıralanıyoruz. Herkes sıraya girince önce Arjantin polisine gidip çıkış damgası, sonra da hemen yanindaki bankodan Şili'ye giriş damgası vurduruyoruz. Bu işlemden sonra tekrar otobüse dönüp bekliyoruz. 


 









Herkesin işlemi tamamlanınca bu sefer de bagaj kontrolüne geçiliyor. Şili, bir tarafında okyanus, diğer tarafında boylu boyunca yüksek And dağlarına sahip coğrafi yapısı nedeniyle bitki örtüsü dış etkilere karşı son derece kapalı ve korumalı bir yapıya sahip ve bunun bozulmasını istemiyorlar. Dolayısıyla ülkeye her türlü yiyecek, tohum, işlenmemiş ağaç vs girişi kesinlikle yasak. Otobüs x-ray makinasının önüne yanaşıyor, biz de kontrol noktasında sırt çantalarımızla sıraya giriyoruz. Bagajdaki çantalar birer birer x-rayden geçiyor. Şüpheli görülenler ayrılıp sahipleri çağırılıyor ve açtırıliyor. En son da sırt çantaları geçiyor. Çantamda poşetli çay ve bizi ağırlayan kişilere yapmak üzere Türk kahvesi var, neyse ki bu kısımda bir sıkıntıyla karşılaşmıyoruz. Yaklaşık 1,5 saatlik bir uygulamadan sonra tekrar otobüslere binip yola çıkıyoruz. Artık Şili'deyiz...






Şili tarafındaki dağ yolları çok daha dik ve virajlı. Şöför bu yolları birçok kez geçtiğinden çok kendine güvenerek ve oldukça hızlı gidiyor ama çift katlı otobüsün üst katının en önünde oturan bizler için durum hiç de olağan değil. Her viraja, acaba devrileceğimiz viraj bu mu diye giriyoruz. En iyisi uyumaya çalışmak... Uyandığımızda saat 5:30. Bir terminaldeyiz ama tabi ki tanıdık hiç bir şey yok. Herkes iniyor diye biz de iniyoruz ama bu kadar erken gelmeyi beklemediğimizden acaba yanlış yerde miyiz korkusu da var. Soruyoruz, Santiago'dayız. Bu saatte ne yapacağımızla ilgili hiçbir fikrimiz yok. Couchsurf'den bir davet almıştık ama internet sıkıntısı yüzünden bir türlü doğru dürüst netleştirememiştik. Polo adındaki ev sahibimizin bizi sabahın 6sında beklediğini hiç sanmıyorduk ama ulaşmaya çalışmaktan başka şansımız da yok. Defalarca denesek de telefonlara, Whatsapp mesajlarına cevap alamadık ve biraz etrafta vakit geçirmeye karar verdik. İlk önce bir atm'den para çektik. Burada Arjantindeki gibi farklı kurlar olmadığından yeniden ATMden para çekebilmenin rahatlığını yaşamak güzeldi. Kur 1$=620Şili peso'su gibiydi. Terminalden çıktığımızda henuz hava aydınlanmamıştı ama bir sürü seyyar satıcının çeşit çeşit sandviç sattığını ve insanların bunlardan kapış kapış aldığını gördük. Denemek için iyi zamandı, 3500peso'ya birisi tavuklu, diğeri başka bir şeyli iki sandviç ve 2 çay aldık. Yemeye başlayınca anladım ki diğer sandviç dilliymiş, sevdiğimden hiç sorun yoktu.


Seyyar tezgahtan sandvic ve cay

Gayet leziz sandviçlerimizi yiyip çayımızı içtikten sonra, Polo'nun daha önceden söylediği, metroyla gideceğimiz buluşma yerine doğru yola koyulduk. Sadece metroya binecekseniz bilet var ama otobüse de aktarma yapacaksanız 'bip' adindaki kartlardan almanız gerekiyor. 2 saat içinde istediğiniz kadar aktarma yapabiliyorsunuz. Tanesi 1500peso olan kartları alıp, içine de biraz para yükletip metroya dalıyoruz. 



Saat 7yi geçiyor ve metro inanılmaz kalabalık. İnsan selinden, ilk 2 metroya binemiyoruz, üçüncü metro için en öndeyiz. Tren boş geliyor, kapıları açıyor ve hücum... En önde olmamıza rağmen ben ayakta kalıyorum. Metroları temiz ve güzel. 20 durak civarında yol gidip son durakta iniyoruz ve buluşma yeri olan benzin istasyonuna gidiyoruz. Buradaki cafede internet var, bir yandan Polo'ya ulaşmaya çalışıyor bir yandan da internetle ilgili işlerimizi halletmeye çluşıyoruz. Aradan 1 saat geçiyor ve Polo'dan hala haber yok, biz de evine gitmeye karar veriyoruz. Önce metroyla 3 durak geri gidip, oradan biraz aradıktan sonra otobüse biniyoruz. Biz otobüsteyken Polo'dan mesaj geliyor, tabi ki bizi bu kadar erken beklemediğinden ve gece çok geç yattığından uyuyormuş. Burada geçireceğimiz günlerde Şiliilerin yaşam tarzlarını görünce bu uykunun değerini anlayacağız.


Couchsurf evimiz

Ev Lo Barnechea adında, şehrin dışında, merkeze yaklaşık 30 dakika sürüş mesafesinde, düzenli, pahalı bir bölgede. Eve vardığımızda Polo'nun babası ve abisini görüyoruz kapıda. Babası sıcak bir şekilde tam zamanında geldiğimizi söyleyip, sokakta duran 1960lardan kalma jipi gösteriyor, çalışmıyormuş ve bu çok ağır aracı evin bahçesine sokmak için bizim de gücümüze ihtiyaç var. Kolları sıvayıp hep birlikte yerine yerleştiriyoruz aracı. Ev çok büyük, 8 oda, salon, 7 banyo, havuz vs. Güney Amerikadaki her ev gibi burada da köpekler var, ikisi bahçede birisi evde. Anne de geliyor ve bize banyolu bir odayı veriyor, biz de hemen yerleşiyoruz. Üstümüzü değiştirip kahvaltımızı ediyoruz. 


Sehir turu

Polo bir süre turist rehberliği de yapmış. Buralarda daha önceden pek aşina olmadığımız, ücretsiz şehir turları var, beğenirseniz tur sonunda bahşiş veriyorsunuz. Bundan sonrasında her şehirde buna dikkat etmeye başlıyoruz. Polo tüm tecrübesiyle, bize özel şehir turu yapmayı öneriyor, bundan iyisi olamazdı herhalde. Arabayla merkeze gidip kısa bir tur atıyoruz, sonra park edip yürüyüşe geçiyoruz. İlk durağımız adliye binasının önündeki meydan. Burada, meydanın etrafındaki yapıları dışarıdan izliyoruz. 





Cumartesi olması nedeniyle sokaklar çok renkli. Meydanda yöresel kıyafetleriyle bir dans ekibinin gösterisini izliyoruz. Yürümeye devam ettiğimizde 2 kişilik bir davul ekibi karşılıyor bizi. Elleriyle, ayaklarına bağladıkları iplerle oluşturdukları düzeneklerle döne döne davul çalışları çok eğlenceli.




Sokakta gezerken seyyar bir tezgahta yerel bir tat için duruyoruz; içinde haşlanmış mısır taneleri ve şeftali olan komposto. Biz sevdik, denemeye değer.





Parlamento binasinin onunde, Salvador Allende'nin devrilip, yerine General Pinochet'in iktidara geldigi 1973'teki darbenin ayrintilarini dinliyoruz.






Öğle yemeği için yerel bir restauranta gidiyoruz. Önceden adı değişik ve maddi sıkıntıda olan bu restaurantın talihi bir gün o zamanın ABD başkanı Clinton'un kapıdan içeri girip içeride bir Cola içmesiyle değişmiş. O gün bütün gazetelerde ve haberlerde yer alan bu olay sayesinde mekan da epey popüler olmuş. Hatta adını da "La Pica De Clinton" olarak değiştirmiş. Bize pek bir şey ifade etmese de içeride Clinton'un içtiği colanın şişesini bile sergiliyorlar. Bür de tuvalet kapılarında erkekler için Clinton'un, kadınlar için Monica'nın fotoğrafını koymuş olmaları eğlenceli olmuş.






Cazuela Vacuno denilen içinde büyük parçalar halinde et, haşlanmış mısır, balkabağı ve başka sebzeler bulunan çorba içip, üzerine de yerel bira eşliğinde Chorrillana denilen, kızarmış patates üzerine ızgara et ve onun da üzerine yumurta olan bir yemek yiyoruz. Uzun zamandır kuru gıdalarla beslendiğimizden, özellikle çorba olmak üzere yemeklerden gayet memnun kalıyoruz.



                    


Her sehrin en hareketli ve en gorulmesi gereken yerlerinden biri de halk pazarlari. Burada "Mercado Central" adi verilen pazari da es gecmiyoruz. Normalde leziz ve ucuz yerel yemekler yemenin en guzel yerleri bu pazarlar olsa da bu sefer tokuz, sadece iceride bir tur atip cikiyoruz. 








Dönüş yolunda dışarıdan hiç belli etmeyen ama içeri girince tıklım tıklım dolu oluşundan çok popüler olduğu anlaşılan, La Piojera adındaki derme çatma bir bara uğruyoruz. Buranın en özel içkisi, şarap, nar likörü ve içine bir top da ananas dondurması koydukları Terremoto. Karışık içkilerden oluştuğundan ve içine tatlı konulduğundan dikkatli içmek gerek, yoksa çok kolay çarpabilir.


               




Parti zamani

Gece uzun olacak, Polo'nun yakın bir arkadaşının evdeki doğumgünü partisine davetliyiz. Bu tür partilere "Carrede" diyorlar. Eve gidip en azından birkaç saat uyumamız lazım.  23:00 gibi kalkıp hazırlanıyoruz. Buralarda gece hayatı en erken 00:00dan sonra başlıyor. Biz de o saatlerde partiye gidiyoruz. İlk olarak Arjantin'de gördüğümüz, tek arsada iki ev konsepti burada da var. Ana ev çok büyük, bahçesinden geçilen diğer ev ise nispeten küçük. Arada büyük bir bahçe ve bahçenin altında büyük bir parti mekanı var. Biz gittiğimizde bahçede yaklaşık 50 kişi var, ilerleyen saatlerde bu sayı artıyor. Buralarda en popüler içki Pisco - Cola, deniyor ve seviyoruz. Kökleri Suriye'den gelen Şili'li ev (doğumgünü) sahibi, Güney Amerika'nın genelinde olan bir sıcakkanlılıkla, bizi çok sıcak karşılıyor. Sabah 3:00 civarında bizim pilimiz bitiyor. Ev yakın olduğundan Polo'dan bizi eve bırakmasını rica ediyoruz. Bizi eve bırakıp geri dönüyor, ertesi gün öğlene doğru kahvaltıda görüştüğümüzde öğreniyoruz ki o sabah 7:00de dönmüş. Buraların gece hayatı bizi aşıyor.




Ev sahiplerimize ufak bir tesekkur; Turk yemekleri...


Geceki partide bolca üşüdüğümden 2. gün kendimi kötü hissediyorum, bugünü evde dinlenerek geçirmeyi tercih ediyoruz. Eeee gezmek de yorucu iş, ara sıra dinlenmek gerek. Aslında bu gezi planımızın tamamıyla ilgili en büyük problemimiz; buralara kadar gelmişken olabildiğince çok yer görelim istiyoruz ama kısıtlı zaman olunca bu gezi biraz koşturmacaya dönüyor. Sürekli bir yerlere yetişme telaşı yorucu olabiliyor. Program yaparken her 10 gezi günü için 2-3 gün sakin sakin oturup dinlenilebilecek, evden otelden çıkmadan miskinlik yapılabilecek, blog yazarak, fotoğraf düzenleyerek, program yaparak geçirilebilecek, ya da hiçbir şey yapmadan harcanacak boş vakitler ayrılması gerektiğini farkediyoruz. Ne yazık ki 1 Mayısta Küba'da olmakla ilgili programımız sabit olduğundan ve uçak biletlerimizi çoktan aldığımızdan gezimizin en azından Güney Amerika ayağında bu lüksümüz pek yok. Neyse ki hastalık bahanesiyle bugün evdeyiz. Yine de çok boş durmayıp, Son derece misafirperver bu insanlara ufak bir teşekkür olsun diye, akşam tüm aile için Türk yemeği yapmayı planlıyoruz. Menüde karnıyarık, pilav ve cacık var. Market alışverişi bu sefer biraz daha sancısız, aradığımız her şeyi hemen hemen bulabiliyoruz. Eve dönünce Polo'nun babasinin aldigi empanadaları (bizim çiğ börek gibi bir şey, hamurun içine et, tavuk, deniz ürünleri ya da sebze vs koyup ya fırınlıyorlar ya da yağda kızartıyorlar) havuz başında şarap eşliğinde mideye indiriyoruz. Benim için yatma, Nüket için karnıyarıkları hazırlama vakti. Akşam 20:00 de kalktığımda bana kalan tek iş pilavı yapmak. Hayatımda hiç 12 kişi için pilav yapmadığımdan ayarı biraz tutturamasam da bol tereyağ her zaman işe yarıyor. Tüm aile bizim için akşam yemeğinde toplandı. Polo, Türkiye'deyken aldığı bayrağı da çıkartıp asıyor, Türk gecesi için hazırız. Yaptıklarımız beğeni topluyor. Büyük alkışlar Nüket'e, diğer kısmı bana. Son derece neşeli bir yemekten sonra yatma vakti, yarın uzun bir gün olacak.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder