26 Ocak 2016 Salı

Arjantin - Mendoza (08-10.04.2015) – 2 gece 3 gün

Görkem YARGICI

Mendoza’ya varış






On saatlik bir otobüs yolculuğu sonunda “Capital Internacional del Vino” yani Arjantin’de Şarabın başkenti olarak anılan Mendoza’dayız. 









Gece yolculuğu sayesinde hem otel masrafından kurtuluyoruz, hem de gündüz yolculuğuyla kaybedeceğimiz zamanı kazanmış oluyoruz. Arjantin’in yemek ve içki servisi yapılan, konforlu otobüsleri sayesinde de güne gayet dinç bir şekilde başlayabiliyoruz. Hatta Rosario’dan yola çıktıktan sonra otobüs içinde şişe şarap ödüllü Bingo oynatarak, otobüs yolculuğuna animasyon bile eklediler. 


     
Arjantin'in konforlu otobüsleri
Otobüste Bingo


Terminale indiğimiz anda, turist olduğumuz her halimizden belli olduğundan, Iguazu yazısında anlattığımız döviz kuru saçmalığından dolayı, yanlarından geçerken “cambio, cambio, cambio” diye fısıldayan adamlar karşılıyor bizi. Özellikle otobüs terminali şehrin en yoğun turist giriş mekanı olduğundan, bu adamlardan bir sürü görmek mümkün. Terminal, havalimanı gibi yerlerde döviz büroları nasıl düşük fiyattan bozuyorsa, bu karaborsacılar da aynı olduğundan, birkaçına kurları sorup, buralardaki ortalamayı öğrendikten sonra paramızı bozdurmadan devam ediyoruz.

Her yeni yere ulaştığımızda aklımızdaki ilk soru terminalde İngilizce bilen, şehirle ilgili bilgi verebilecek bir yerlerin ya da birilerinin olup olmadığı. Hemen etrafımıza göz atıyoruz ve Turist Info’yu buluyoruz. İngilizce biliyorlar. Hiç vakit kaybetmeden klasik sorularımıza geçiyoruz;

  • Mendoza’da nereleri görmemiz lazım
  • Nerede kalmamızı önerirsiniz
  • Nerede ve ne yemeliyiz? Bu sorunun hemen arkasına, ama turistik yemek yerlerini değil, sizin yerel olarak gitmekten keyif aldığınız yerleri, yemeye doyamadığınız yemekleri söyleyin diyoruz. Bu yaklaşım hemen hemen hiç şaşmadı. Turistik olmuş, kalitesi düşük, fiyatları pahalı yerlerdense, yerel halkın bildiği, salaş, ucuz ama yemekleri çok lezzetli yerleri keşfetmenin en iyi yolu bu.
  • Bu dediğiniz yerlere toplu taşıma ile en kolay nasıl gidebiliriz?

Sorularımızın cevaplarını aldıktan sonra hemen işe koyuluyoruz. Öncelikle Mendoza’da nereleri görmemiz gerekiyor sorusuna aldığımız cevaplar özellikle şu üç-dört başlıkta yoğunlaşıyor; Şehir merkezi, Üzüm bağları/Şarap turu (Wineyard), Dağ turu (Alta Montana), termal havuzlar (TermaSpa Cacheuta). Otobüs terminalinden çıkmadan önce, hazır etrafımızda birçok tur acentesi varken bunları araştıralım istiyoruz. Amacımız acentelerden detaylı bilgi ve fiyat alıp, yapabiliyorsak bunları kendi imkanlarımızla yapmak, yapamıyorsak da şehirde farklı acentelerden de fiyat alıp karşılaştırmak. 1-2 firma ile konuştuktan sonra plan kafamızda oluşuyor. Bugün şehir turunu yaparız, yarın dağ turu, sonraki gün de şarap fabrikası ve termal havuzları gezeriz diyoruz. Biz araştırmalarımızı yaparken saat de 10a yaklaşıyor, günü kaybetmek istemediğimizden hemen kalacak bir yer arayışına girişiyoruz.


Kalacak yer arayışımız

Toplu taşımayı kullanabilmek için Red Bus Card diye bir kart almanız ve buna para yüklemeniz gerekiyor. Nereden alabileceğimizi sorduğumuzda, terminalin hemen dışındaki uzun bir kuyruğu gösteriyorlar. Yaklaşık 20 dakika sonra kartlarımızı alıyoruz. Ertesi günkü dağ turuna giden otobüsler terminalden kalktığından, en azından bu gece buraya yakın bir yerde kalalım diyoruz ve Nüket’in internetten bulduğu çok yakındaki bir hostele gidiyoruz. Ellerinde 2 oda var, birisi ortak banyolu, diğerinin ise kendi banyosu var ama oda herkesin sabaha kadar bol gürültü eşliğinde takıldığı terasa açılıyor. Şansımızı başka bir yerde denemek üzere çıkıyoruz. 3-5 sokak dolaşıp bir yer buluruz umuduyla sırtımızda çantalarımız, sokaklarda dolaşmaya başlıyoruz. 2 saat sonra elimizde boş odası olmayan iyi ya da boş odası bulunan berbat durumdaki kötü yerler var. İlk baktığımız yerden de uzaklaştığımızdan tekrar geri yürümeyi gözümüz kesmiyor. Terminale yakın yerde kalma fikrimizden vazgeçip, merkezde bulduğumuz hostellere göz atmaya karar veriyoruz. 5-6 km’lik yürüyüşün sonunda, şehrin merkezi olan Plaza Independencia’nın hemen yanındaki, yorumlarda hep üst sıralarda olan bir hostele Hostel Square Independencia’ya giriyoruz, sırtımızdaki çantalar artık iyice ağırlaştığından sunulacak her yere razıyız ama burada da hiç yer yok. Bu arada bu hostelin bir sürü turu / aktivitesi olduğunu öğrenip, tur programlarını inceliyoruz ve çantaları tekrar sırtlanıp yer aramaya kaldığımız yerden devam ediyoruz. 

Yaklaşık yarım saat sonra, girişinde büyükçe bir tabelada “We speak English” yazan, Hotel Alexander adında 2 yıldızlı bir otel görünce dalıyoruz. Bir otel resepsiyonuna sorulabilecek ilk ve en basit soruyu yöneltiyoruz; “do you have room?”. Karşımızda gayet sıcak kanlı görünen ama tek kelime İngilizce bilmeyen, daha sonra otelin sahibi olduğunu öğreneceğimiz Pablo var. Çaresiz bir şekilde yüzümüze bakıyor. Nüket bunu fırsat bilip İspanyolca giriyor olaya. Evet, odaları var. Görmek istiyoruz, çok konforlu olmasa da temiz ve yeterli bir oda, hem de hostelden ucuz bir fiyata. Çölün ortasında vaha bulmak gibi bir şey. Hemen çantalarımızı bırakıp kendimizi sokağa atıyoruz.


Şarabın Başkenti’nde şarap turu yapmamak olmaz

Çantalar sırtımızda sokaklarda dolaşmaktan canımız çıktığından planımızı revize edip şehir turundan vazgeçiyoruz ve şarap turuna çıkmaya karar veriyoruz. Independencia Hostel’e geri dönüp buradan turu ayarlıyoruz. Tam gün ve yarım günlük turlar var. Hem tam günlük turu kaçırdığımızdan, hem de sabahtan akşama kadar aynı tipte yerleri gezmek çok çekici gelmediğinden yarım günlük turu seçiyoruz (250Pezo/kişi). 20 dakika sonra tur minibüsü gelip bizi otelden alıyor ve bağların ve şarap fabrikalarının olduğu Maipu bölgesine doğru yola çıkıyoruz. Bu turda 2 şarap fabrikası ve bir zeytinyağı fabrikası var. İlk fabrika Vistandes Şarap Fabrikası


Vistandes Şarap Fabrikası

Burası büyükçe, modern bir tesis. Önce bağları gösterip, sonra şarap üretim adımlarını sırayla gösteriyorlar. Üzüm sıkım yerleri, bekletme tankları, fıçılar vs derken en son tadım salonuna alıp 3 çeşit şarap tattırıyorlar. Beğendiklerinizden satın almanız da mümkün.







         


                                                  


       

İkinci durağımız “Cava De Don Arturo” adında, ilkine göre daha geleneksel üretim yapan, butik bir tesis. İndiğimizde İngilizce bir rehber sorduğumuzda fabrikanın sahiplerinin ailesinden biri bize yardımcı oluyor. Gruptan ayrılıp üçümüz dolaşmaya başlıyoruz. Bizbize olduğumuzdan her istediğimizi detaylıca anlatıyor, normalde turda göstermedikleri bölümleri gösterip, fotoğraflamanın yasak olduğu fıçıların fotoğrafını çekmemize izin veriyor. Bu fıçılar artık kullanılmasalar da zamanındaki en büyük ahşap fıçılardan, 36m3 kapasiteli bu meşe fıçılar gerçekten de çok büyükler. 

36ton kapasiteli meşe şarap fıçıları

Rehberimizle şarap fabrikası turu

Burada da ufak bir tadım yaptıktan sonra (bizbize olmanın faydası, her birinden üçer sefer deneyebiliyorsunuz), sıradaki durağımız zeytinyağı fabrikası. Zeytin sezonu dışında gittiğimizden üretim yok ancak burada da rehber eşliğinde tüm üretim aşamalarını geziyoruz. Bunun da sonunda fesleğen, kekik, sarımsak vs gibi çeşitli baharatlarla tatlandırılmış zeytinyağlarının tadımını yapıyoruz. Fabrikanın normalde kapalı olacağı bir sezonda, işi turizmle harmanlayıp, bunu paraya çevirmeleri hoşumuza gidiyor. Tur sırasında tanıştığımız tam günlük tur alan kişilerle konuştuğumuzda, baştan düşündüğümüz gibi tam günlük tur almadığımıza seviniyoruz çünkü tam günlük turda benzer 2-3 fabrika daha dolaşmışlar ve sona doğru çok sıkılmışlar. Dönüşte terminalde inip ertesi günkü Alta Montana turu için kişi başı 420 Pezo’ya rezervasyonumuzu yaptırıp, bir şeyler yemek üzere merkeze geçiyoruz.


Otobüsten Plaza Independencia’da iniyoruz. Parkın kuzeyindeki Bartolome Mitre Caddesinin sonunda mavi ışıklarıyla büyük bir bina var. Merak edip o yöne doğru yürüyoruz, göründüğünden uzakmış. Yaklaştığımızda bunun bir devlet binası olduğunu görüyoruz. Önündeki parka girsek de bu karanlıkta çok da ilerlemeye cesaret edemiyoruz. 


Uzaktan birkaç fotoğraf çekildikten sonra yemek zamanı. Şehir merkezi olarak sayılan Plaza Independencia’nın doğu tarafındaki Sarmiento adlı trafiğe kapalı cadde, birçok cafe, bar, restaurant seçeneği sunuyor. Biraz dolaşıp, happy hour olan bir pizzacıya oturuyoruz. 2 kişilik pizza ve 2 bira için 100 Pezo ödüyoruz, son derece happy oluyoruz.


Buradaki sokak müzisyenleri çok eğlenceli. Sırayla tüm mekanları dolaşıp performanslarını sergileyip bahşiş topluyorlar ve bence aldıkları bahşişleri hakediyorlar. Yemek sonrasında, bu yorucu günün sonunda kendimizi otele atıyoruz.



Alta Montana Turu (Biz ettik siz etmeyin)

Alta Montana turu için sabah kalkışımız çok erken. Bu saatte normalde kahvaltı servisi başlamamış oluyor ama Nüket, Pablo ile İspanyolca muhabbeti ilerlettiğinden, kalktığımızda kahvaltımız hazır bile. Tabi kahvaltı deyince çok bir şey beklememek gerek, kahve, ekmek, peynir, salam ve Arjantin’e geldiğimizden beri her gün 15km yürüsek de kilo veremememizin nedeni olan mükemmel tatlı lezzet Dulce De Leche, nam-ı diğer süt reçeli


Otelde kahvaltı

Dulce De Leche

Karnımızı doyurup, birkaç ekmeği de yolluk olarak hazırlıyoruz. Az sonra tur minibüsümüz bizi otelden alıyor. Yaklaşık 45 dakika diğer yolcuları da otellerinden almak için dolaşıyoruz, sonrasında tur için yola koyuluyoruz. Rotamız, Mendoza’dan çıkıp, Şili sınırına doğru gitmek üzerine kurulu. Tek yön yaklaşık 220km olmak üzere yaklaşık 450km yol yapacağız. Rehberimiz akıcı şekilde hem İspanyolca hem İngilizce konuşarak yol boyunca geçtiğimiz yerlerle ilgili bilgi veriyor. Yaklaşık 1 saat yol aldıktan sonra ilk durağımız kahvaltı molası oluyor. Mekanda Nüket’in ilgisini çeken tek şey hayran olduğu Dogo Argentino cinsi bir köpeğin sokak köpeği olarak dışarıda bir deri bir kemik masalardan yemek dilenmesi.




Türkiye’de çok pahalı olan bu cinsin burada bu şekilde heba olması üzerine bir ton laf ettikten sonra zaten kahvaltı etmiş olduğumuzdan, pek özelliği olmayan bir dinlenme tesisi olan bu yerde yaklaşık 45 dakika kaybedip yola devam ediyoruz.

Yolda, güzel dağ manzarası olan bir yerde ve San Martin yolu üzerindeki tarihi bir köprüde durup fotoğraf çektikten sonra, sezon dışı olduğundan hiç kar olmayan bir kayak merkezinde mola veriyoruz. 


      


Kayak yapmak için anlamlı olabilecek ama onun dışında hiçbir özelliği olmayan, çıplak bir dağa telesiyej ile çıkmak için kişi başı 120 Pezo istiyorlar. 



Turdaki diğer 8 kişi ile birlikte bunun nasıl bir saçmalık olduğunu değerlendirirken geri kalan 4 kişi çıkmak istediğini söylüyor. Güneşin altında, tuvalet haricinde hiçbir tesisin açık olmadığı bir dağ başında 1 saat kadar yukarı çıkan grubun dönmesini bekliyoruz. Sonrasında, gezi rotasının en son noktasına doğru yola çıkıyoruz. 

Şili sınırına yaklaşık 4 km kala bir dağ yoluna sapıp araçla tırmanmaya başlıyoruz. Yaklaşık 20 dakikalık bir tırmanıştan sonra, bu yoldaki en yüksek nokta olan, 3832m rakımlı bir tepede konumlu, “Cristo Retendor De Los Andes” adlı İsa anıtına çıkıyoruz.

Cristo Retendor De Los Andes

Bu anıt, 1904 yılında, Şili ve Arjantin arasındaki sınır sorununun çözülmesi anısına yaptırılmış. Kış aylarında -30 dereceye varan hava şartları nedeniyle çıkılamayan bu anıta, sezon dışında olmamız dolayısıyla çıkabiliyoruz. Burası gezinin en hatta neredeyse tek beğendiğimiz kısmı, çıkamasaydık bu geziye katılmamızın hiçbir anlamı olmayacakmış. Anıtın bir tarafı Arjantin sınırındayken, diğer tarafı Şili toprağı olarak kabul ediliyor. 

Şili tarafı


Arjantin tarafı


Herhangi bir sınır kontrolünün olmadığı bu alanda sınırsızca ülke değiştirmeniz mümkün. Yüksekliği ve çevreye hakim konumu sayesinde muhteşem manzaranın keyfini çıkarıyoruz. 



Rehberimiz, bu yükseklikte nefes almada sorunlar ve baş ağrısı vs gibi sendromlar yaşayabileceğimizi, dolayısıyla yavaş hareket etmemizi söylüyor ama bu bile bizi zıpzıp fotoğraf çektirmekten alıkoyamıyor.

                        

Yaklaşık yarım saat durduktan sonra geri dönüş için yola koyuluyoruz. İlk önce bir saatlik yemek molası veriyoruz. Sonrasında “Puente Del Inca” yani Inka Köprüsü’ne gidiyoruz. Burası, gezinin ana noktalarından birisi olarak anlatılıp duruyordu. Gözümüzde öyle bir büyütmüşüz ki, Pamukkale gibi buranın atası sayılabilecek bir harikayı görmüş kişiler olarak, nehrin taşı şekillendirip doğal bir köprü oluşturduğu, doğru düzgün korunamamış bu yeri gördüğümüzde biraz hayal kırıklığına uğruyoruz. 

Puente Del Inca - Inka Bridge

Civarda konumlanmış hediyelik eşyacılar daha çok ilgimizi çekiyor ve Arjantin’e adım attığımızdan beri almak istediğimiz Mate bardağını buradan alıyoruz. Turun bundan sonraki kısmı sadece geri dönüş yolu. Yaklaşık 3 saat sonra Mendoza’ya varıyoruz. 

Bu anlamsız ve bir o kadar da yorucu turun sonunda kendimizi şımartmaya karar verip internetten lüks bir restaurant araştırıyoruz. Şarap ve et ağırlıklı restaurant seçenekleri ağzımızı sulandırıyor. Servisten inip, belirlediğimiz mekana doğru yürümeye başlıyoruz. İlk baktığımız yerin fiyatları çok yüksek geliyor (kişi başı 40$ civarı), ikinci seçeneğimize doğru yürürken sokakta oturmuş gençlerin ellerindeki bira ve sosisli sandviçlere gözümüz takılıyor. Tercihimiz kesinlikle burası. Bir marketin arkasında, ufak, salaş bir büfede sosislileri hazırlıyorlar. Market kısmından da biralarımızı aldık mı, kişi başı 35 Pezo’ya ziyafet tamam. Kaldırımdaki masalarda oturup yemeğimizi yiyoruz. En lüks yerde alamayacağımız zevki alıp karınlarımızı doyurmanın verdiği rahatlıkla otele dönüyoruz.



Tango mu Casino mu? Casinoda Tango'ya ne dersin?

Yorgunuz ama bir yandan da Mendoza’yı çok sevdik ve gezmek, daha fazla görmek istiyoruz. Otel sahibimiz Pablo, bu akşam saat 23:00’te kaçmaz bir Tango gecesi var diyor ve Nüket’i can evinden vuruyor. Nüket için tek sakıncası var, gösteri Casino’da. Bu da beni ayartıyor ve ikimiz de bu plana olur veriyoruz. Biraz dinlenip, saat 22:00 gibi otelden çıkıyoruz. Haritadan baktığımıza göre yaklaşık 2,5km uzaktayız. Şehri de gezmek istediğimizden yürümeye karar veriyoruz. Haritada gösterilen yere vardığımızda pek de tekin görünmeyen bir yerdeymişiz hissi uyanıyor. Esnafa casinonun yerini sorduğumuzda buralarda olmadığını söyleyip, başka yeri tarif ediyorlar. Çatpat İspanyolcamız ile pek de anlayamadığımızdan haritadan başka bir adresi bulup oraya yöneliyoruz. Otele yakın bir yere dönüyoruz ama buralarda da mekandan iz yok. Saat 23:00 civarında sonunda yerle ilgili bilgiye ulaşıyoruz, yaklaşık 4km uzağındayız ve otobüse binmeye karar veriyoruz. Otobüs tabelalarını ve sistemini anlamamız mümkün değil.

Otobüs duraklarındaki hat bilgilerini biz çözemedik

Birilerine sorup biniyoruz. Elimizdeki telefonların haritalarından da takip ederek yol alıyoruz, hedefe doğru ilerlemekteyiz. Etraf karanlık. Yolun sonundan sola, sonra sağa dönüp bir müddet gittikten sonra varacağız ama o da ne, otobüs sağa dönüyor, hedeften uzaklaşıyoruz. Şöföre derdimizi anlatmaya çalıştığımızda yanlış bindiğimizi anlıyoruz ve otobüsten iniyoruz. Yollar bomboş ve karanlık. İleride görünen ana cadde yaklaşık 1km uzaklıkta. Etraftan ara sıra birileri geçiyor ama hiç otobüs ya da taksi yok. Son derece korkmuş bir şekilde hızlı adımlarla caddeye doğru ilerlerken yandan gelen köpek havlamasıyla ben yarım metre sıçrıyorum. Neyse ki çimlerin üzerinde sahibiyle oynuyorlarmış. Yaklaşık 10 dakika sonra tekrar ana yoldayız. Hedef artık çok yakınımızda. Az sonra casinoda tango izliyoruz.Yaklaşık 1 saat kadar takıldıktan sonra çıktığımızda dönüş çok daha kolay çünkü gideceğimiz yer olarak Plaza Independencia dememiz yeterli, bunu bilmeyen ya da yanlış anlayabilecek kişi yok. Şansımıza, bindiğimiz otobüs otelin kapısında bırakıyor bizi. Pestilimiz çıkmş bir şekilde uyuma zamanı.


Mendoza şehir turu

Son günümüz için termal havuzlara gitme planından vazgeçiyoruz, çünkü yaptığımız araştırmaya göre bir sürü kişinin sıkış tepiş girdiği ufacık ve hiç de sağlıklı olmayan bir yermiş, dolayısıyla günümüzü şehir gezisi ile geçirme planındayız. Gece yola çıkacağımızdan, otelden çıkış yapıyoruz ama Pablo’dan rica edip eşyalarımızı otelde bırakıyoruz.

Mendoza’nın şehirciliğinde çok ilginç bir detay var. Tüm şehirde, ana caddelerin ve sokakların yanlarında, kaldırımla yol arasındaki kısımda, genelde üstü açık, yaklaşık 50-60cm eninde ve 1m civarı derinlikte kanallar ağı var. Öğrendiğimize göre etrafı dağlarla çevrili bu şehirde, hem dağdaki karlar eridiğinde şehirde olan su baskınlarını önlemek, hem de şehre su dağıtımını sağlamak üzere şehrin kurulumundan itibaren yapılagelmiş bu kanallar.




Para bozdurmamız lazım, Pablo bir sokak tarif ediyor, orada rahatlıkla bozdurabilirsiniz diyor. Arjantindeki son günümüz olduğundan 30$ kadar bozdurmamız lazım. Tarif ettiği sokağa gittiğimizde Arjantin’in döviz saçmalığı yine karşımızda. Sokakta 4-5 tane resmi döviz bürosu var ve tabi ki bunların kurları çok düşük, 1$=8Pezo civarında. Bunların önlerinde ise onlarca karaborsacı yanyana dizilmiş bir şekilde ritmik olarak “cambio cambio cambio” diye sesleniyor. Birer metre aralıklarla dizilmiş sokak lambaları gibiler ve çok komikler. Birisine soruyoruz, az para bozduracağımızdan 9,5Pezo veriyor, diğeri 10 olur diyor, Nüket ortamı kızıştırıp hemen karşısındaki birine soruyor, en son 1$ için 11Pezo olarak anlaşıyoruz.

Cambio Cambio Cambio

Hemen bir Turist Infoya gidip şehir hakkında detay bilgi soruyoruz. Bizimle ilgilenen görevliden çok güzel bilgiler alıyoruz. Bize geziye ilk gün akşam yakınına gittiğimiz, mavi ışıklandırmalı belediye binasından başlamamızı söylüyor. Buranın terasına çıkmalıymışız. Dediğini yapıyoruz. Terasa çıktığımızda bize gönüllü çalışan, öğrenci bir rehber veriyorlar. Dekoratif öğelerle ve sanat eserleriyle döşenmiş bu terastan Mendoza’nın çoğu yerini görmek mümkün. Rehberimiz bunları teker teker anlatıyor.







Sonrasında yerel bir kişi olarak neler yapmamızı önerdiğini soruyoruz, San Martin Parkına mutlaka gitmemizi söylüyor. Bunu daha keyifli hale getirmek için de önce metroya binmemizi ve son durakta inmemizi söylüyor. Bisiklet kullanımını özendirmek için MetroBici diye bir şey yapmışlar. Metroyu kullanıp, “Avenida General Las Heras” durağındaki MetroBici istasyonuna biletinizi gösterirseniz size 2 saatliğine ücretsiz bisiklet veriyorlar. Bisikletleri alıp San Martin Parkına doğru yola koyuluyoruz. Yola çıktığımız anda farkediyoruz ki bu bisikletler tam bir felaket, ne freni ne vitesi çalışıyor, sele ve gidon yüksekliği ayarı yok ve pedalları kırık. Yine de bisiklet kullanmak eğlenceli geldiğinden azimliyiz. 



Hava çok sıcak, 3km uzaklıktaki parka vardığımızda dilimiz dışarıda kalıyor. Bisikletler o kadar kötü durumda ki koşarak gelmiş olsak daha az yorulabilirdik. Park çok büyük ve engebeli. Önümüzde uzanan uzun yokuşu çıkabilirsek parkın sonuna doğru hayvanat bahçesi var. Normal şartlar altında ucunda hayvan olduğu sürece Nüket’i bu hedefe ulaşmaktan alıkoyabilecek hiçbir güç yok ama bu bisikletlerle ilerlemek o kadar zor ki, Nüket pes ediyor, varın siz anlayın bisikletlerin durumunu. Madem hayvanat bahçesine gidemiyoruz, daha yakınlarda zaman içinde bu hayvanat bahçesinde ölmüş olan hayvanların doldurulmuş hallerinin sergilendiği bir müze var, buraya gidiyoruz. Bisikletlerimizin kilitleri yok, külüstür de olsalar çalınma riskini gözönüne alamıyoruz. Bisikletleri nereye bırakabileceğimizi araştırırken müze görevlisi yardımımıza koşuyor ve bisikletleri müzenin içinde bir toplantı odasına koyuyor. Görülmeye değer, güzel bir müze. 




Yaklaşık 1 saat burayı gezdikten sonra dönüş zamanı. 2 saatlik sürenin sonunda bisikletleri iade ediyoruz.

Belediye binasındaki rehberimiz, yemek yeri önerisi olarak her zamanki gibi yerel halkın en çok gittiği yer olan Mercado Central’i (Kapalı halk pazarı) öneriyor. 





 


Bizim de her şehirde en sevdiğimiz yerlerden olduğundan buranın yolunu tutuyoruz. Gittiğimizde çoğu yer kapalı. Geç kaldığımızı düşünüp hemen bir yerde güzel sandviçlerimizi alıp karnımızı doyuruyoruz. Biraz da internette araştırma yaparken zaman geçiyor, kalkarken bir bakıyoruz ki geldiğimizde siesta arasıymış, saat 14:00 gibi tekrar açılıyor mekanlar. İçeride biraz dolaşıp, satılan ilginç yiyeceklere göz attıktan sonra çıkıyoruz.





                           


                       


Rehberimizin son önerisi de Akvaryuma gitmemizdi. İrili ufaklı bir çok balığın, caretta caretta ve timsahların olduğu bu akvaryumu da gezdikten sonra eşyalarımızı almak ve biraz dinlenmek için otele dönüyoruz.


                     


                     


Bu sıcakta, özellikle de bisiklet turundan sonra duş almaya ihtiyacımız var ama sabah check-out yaptığımızdan bir odamız yok. Pablo yine imdadımıza yetişip bir odayı açıyor, burada duşumuzu alıp hazırlanıyoruz. Şili otobüsümüz için yaklaşık 2,5 saatimiz var. Lobide oturup internetten Şili araştırması yapalım diyoruz. Bu sırada Nüket, Pablo’yla sıkı bir muhabbete girişiyor. Tek ortak dil İspanyolca olduğundan ve Nüket’in İspanyolcası da sınırlı olduğundan bu sefer Google Translate giriyor devreye. Herkes kendi dilinde yazıp, Google çevirisi üzerinden muhabbet koyulaşıyor. Bir ara Nüket oteli öylesine sahipleniyor ki, resepsiyon bankosunun arkasına bile geçiyor.




Bu sırada lobiye inen 50-55 yaşlarında bir çift de katılıyor muhabbete. Şili’li olan ve bizimle aynı saatte ama farklı bir firmayla Şili’ye gidecek olan bu çiftin de İngilizcesi yok ama o kadar kaynaşıyoruz ki sarılmalar, kucaklaşmalar gırla gidiyor, terminale de beraber taksi tutup gidiyoruz. Telefonlarını veriyorlar, Şili’de bir şeye ihtiyacımız olursa aramamızı, istersek onlarda kalabileceğimizi söylüyorlar. Sarılıp ayrılıyoruz.

                                       



Otobüste üst katta en öndeki koltuklarımıza kuruluyoruz. Dün gittiğimiz Alta Montana turunda takip ettiğimiz yolu takip ederek sınıra doğru yola koyuluyoruz. Gelmeden önce okuduğumuz yorumlarda görmüştük de emin olamamıştık, Alta Montana turuna katılmak yerine, Mendoza-Şili yolunu gündüz gitmek çok daha mantıklı. Hem aynı yerleri görmüş oluyorsunuz hem de tur paranız ve gününüz size kalıyor. Sınıra 10km kadar kala kontrol noktasında durduruluyoruz ve 10 dakika kadar Jandarma tüm otobüsü arayıp, kimlik kontrolü yapıyor. Nedenini anlamadığımız bu kontrolden sonra devam edip sınıra varıyoruz. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder