Görkem
YARGICI
Mendoza’ya varış
On
saatlik bir otobüs yolculuğu sonunda “Capital
Internacional del Vino” yani Arjantin’de Şarabın başkenti olarak anılan Mendoza’dayız.
Arjantin'in konforlu otobüsleri |
Otobüste Bingo |
Terminale indiğimiz
anda, turist olduğumuz her halimizden belli olduğundan, Iguazu yazısında
anlattığımız döviz kuru saçmalığından dolayı, yanlarından geçerken “cambio, cambio, cambio” diye fısıldayan
adamlar karşılıyor bizi. Özellikle otobüs terminali şehrin en yoğun turist
giriş mekanı olduğundan, bu adamlardan bir sürü görmek mümkün. Terminal,
havalimanı gibi yerlerde döviz büroları nasıl düşük fiyattan bozuyorsa, bu
karaborsacılar da aynı olduğundan, birkaçına kurları sorup, buralardaki
ortalamayı öğrendikten sonra paramızı bozdurmadan devam ediyoruz.
Her yeni
yere ulaştığımızda aklımızdaki ilk soru terminalde İngilizce bilen, şehirle
ilgili bilgi verebilecek bir yerlerin ya da birilerinin olup olmadığı. Hemen
etrafımıza göz atıyoruz ve Turist Info’yu
buluyoruz. İngilizce biliyorlar. Hiç vakit kaybetmeden klasik sorularımıza
geçiyoruz;
- Mendoza’da nereleri görmemiz lazım
- Nerede kalmamızı önerirsiniz
- Nerede ve ne yemeliyiz? Bu sorunun hemen arkasına, ama turistik yemek yerlerini değil, sizin yerel olarak gitmekten keyif aldığınız yerleri, yemeye doyamadığınız yemekleri söyleyin diyoruz. Bu yaklaşım hemen hemen hiç şaşmadı. Turistik olmuş, kalitesi düşük, fiyatları pahalı yerlerdense, yerel halkın bildiği, salaş, ucuz ama yemekleri çok lezzetli yerleri keşfetmenin en iyi yolu bu.
- Bu dediğiniz yerlere toplu taşıma ile en kolay nasıl gidebiliriz?
Sorularımızın cevaplarını
aldıktan sonra hemen işe koyuluyoruz. Öncelikle Mendoza’da nereleri görmemiz
gerekiyor sorusuna aldığımız cevaplar özellikle şu üç-dört başlıkta
yoğunlaşıyor; Şehir merkezi, Üzüm bağları/Şarap turu (Wineyard), Dağ turu (Alta Montana),
termal havuzlar (TermaSpa
Cacheuta). Otobüs terminalinden çıkmadan önce, hazır etrafımızda
birçok tur acentesi varken bunları araştıralım istiyoruz. Amacımız acentelerden
detaylı bilgi ve fiyat alıp, yapabiliyorsak bunları kendi imkanlarımızla
yapmak, yapamıyorsak da şehirde farklı acentelerden de fiyat alıp
karşılaştırmak. 1-2 firma ile konuştuktan sonra plan kafamızda oluşuyor.
Bugün şehir turunu yaparız, yarın dağ turu, sonraki gün de şarap fabrikası ve termal
havuzları gezeriz diyoruz. Biz araştırmalarımızı
yaparken saat de 10a yaklaşıyor, günü kaybetmek istemediğimizden hemen kalacak
bir yer arayışına girişiyoruz.
Kalacak yer
arayışımız
Toplu taşımayı
kullanabilmek için Red Bus Card diye bir kart almanız ve buna para yüklemeniz
gerekiyor. Nereden alabileceğimizi sorduğumuzda, terminalin hemen dışındaki
uzun bir kuyruğu gösteriyorlar. Yaklaşık 20 dakika sonra kartlarımızı alıyoruz.
Ertesi günkü dağ turuna giden otobüsler terminalden kalktığından, en azından bu
gece buraya yakın bir yerde kalalım diyoruz ve Nüket’in internetten bulduğu çok
yakındaki bir hostele gidiyoruz. Ellerinde 2 oda var, birisi ortak banyolu,
diğerinin ise kendi banyosu var ama oda herkesin sabaha kadar bol gürültü
eşliğinde takıldığı terasa açılıyor. Şansımızı başka bir yerde denemek üzere
çıkıyoruz. 3-5 sokak dolaşıp bir yer buluruz umuduyla sırtımızda çantalarımız,
sokaklarda dolaşmaya başlıyoruz. 2 saat sonra elimizde boş odası olmayan iyi ya
da boş odası bulunan berbat durumdaki kötü yerler var. İlk baktığımız yerden de
uzaklaştığımızdan tekrar geri yürümeyi gözümüz kesmiyor. Terminale yakın yerde
kalma fikrimizden vazgeçip, merkezde bulduğumuz hostellere göz atmaya karar
veriyoruz. 5-6 km’lik yürüyüşün sonunda, şehrin
merkezi olan Plaza Independencia’nın hemen yanındaki, yorumlarda hep üst
sıralarda olan bir hostele Hostel Square Independencia’ya giriyoruz, sırtımızdaki çantalar artık iyice
ağırlaştığından sunulacak her yere razıyız ama burada da hiç yer yok. Bu arada
bu hostelin bir sürü turu / aktivitesi olduğunu öğrenip, tur programlarını inceliyoruz
ve çantaları tekrar sırtlanıp yer aramaya kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Yaklaşık
yarım saat sonra, girişinde büyükçe bir tabelada “We speak English” yazan, Hotel Alexander adında 2 yıldızlı bir
otel görünce dalıyoruz. Bir otel resepsiyonuna sorulabilecek ilk ve en basit soruyu
yöneltiyoruz; “do you have room?”. Karşımızda gayet sıcak kanlı görünen ama tek
kelime İngilizce bilmeyen, daha sonra otelin sahibi olduğunu öğreneceğimiz Pablo var. Çaresiz bir şekilde yüzümüze bakıyor.
Nüket bunu fırsat bilip İspanyolca giriyor olaya. Evet, odaları var. Görmek
istiyoruz, çok konforlu olmasa da temiz ve yeterli bir oda, hem de hostelden
ucuz bir fiyata. Çölün ortasında vaha bulmak gibi bir şey. Hemen çantalarımızı
bırakıp kendimizi sokağa atıyoruz.
Şarabın Başkenti’nde
şarap turu yapmamak olmaz
Çantalar sırtımızda sokaklarda
dolaşmaktan canımız çıktığından planımızı revize edip şehir turundan
vazgeçiyoruz ve şarap turuna çıkmaya karar veriyoruz. Independencia Hostel’e geri dönüp buradan turu ayarlıyoruz. Tam
gün ve yarım günlük turlar var. Hem tam günlük turu kaçırdığımızdan, hem de
sabahtan akşama kadar aynı tipte yerleri gezmek çok çekici gelmediğinden yarım günlük turu seçiyoruz
(250Pezo/kişi). 20 dakika sonra tur minibüsü gelip bizi otelden alıyor ve
bağların ve şarap fabrikalarının olduğu Maipu
bölgesine doğru yola çıkıyoruz. Bu turda 2 şarap fabrikası ve bir
zeytinyağı fabrikası var. İlk fabrika Vistandes
Şarap Fabrikası.
Vistandes Şarap Fabrikası |
Burası büyükçe, modern bir tesis. Önce bağları gösterip,
sonra şarap üretim adımlarını sırayla gösteriyorlar. Üzüm sıkım yerleri, bekletme
tankları, fıçılar vs derken en son tadım salonuna alıp 3 çeşit şarap
tattırıyorlar. Beğendiklerinizden satın almanız da mümkün.
İkinci durağımız “Cava De Don Arturo” adında, ilkine göre daha geleneksel üretim yapan, butik bir tesis. İndiğimizde İngilizce bir rehber sorduğumuzda fabrikanın sahiplerinin ailesinden biri bize yardımcı oluyor. Gruptan ayrılıp üçümüz dolaşmaya başlıyoruz. Bizbize olduğumuzdan her istediğimizi detaylıca anlatıyor, normalde turda göstermedikleri bölümleri gösterip, fotoğraflamanın yasak olduğu fıçıların fotoğrafını çekmemize izin veriyor. Bu fıçılar artık kullanılmasalar da zamanındaki en büyük ahşap fıçılardan, 36m3 kapasiteli bu meşe fıçılar gerçekten de çok büyükler.
36ton kapasiteli meşe şarap fıçıları |
Rehberimizle şarap fabrikası turu |
Burada da ufak bir tadım yaptıktan sonra (bizbize olmanın faydası, her birinden üçer sefer deneyebiliyorsunuz), sıradaki durağımız zeytinyağı fabrikası. Zeytin sezonu dışında gittiğimizden üretim yok ancak burada da rehber eşliğinde tüm üretim aşamalarını geziyoruz. Bunun da sonunda fesleğen, kekik, sarımsak vs gibi çeşitli baharatlarla tatlandırılmış zeytinyağlarının tadımını yapıyoruz. Fabrikanın normalde kapalı olacağı bir sezonda, işi turizmle harmanlayıp, bunu paraya çevirmeleri hoşumuza gidiyor. Tur sırasında tanıştığımız tam günlük tur alan kişilerle konuştuğumuzda, baştan düşündüğümüz gibi tam günlük tur almadığımıza seviniyoruz çünkü tam günlük turda benzer 2-3 fabrika daha dolaşmışlar ve sona doğru çok sıkılmışlar. Dönüşte terminalde inip ertesi günkü Alta Montana turu için kişi başı 420 Pezo’ya rezervasyonumuzu yaptırıp, bir şeyler yemek üzere merkeze geçiyoruz.
Otobüsten Plaza Independencia’da
iniyoruz. Parkın kuzeyindeki
Bartolome Mitre Caddesinin sonunda mavi ışıklarıyla büyük bir bina var. Merak
edip o yöne doğru yürüyoruz, göründüğünden uzakmış. Yaklaştığımızda bunun bir
devlet binası olduğunu görüyoruz. Önündeki
parka girsek de bu karanlıkta çok da ilerlemeye cesaret edemiyoruz.
Uzaktan
birkaç fotoğraf çekildikten sonra yemek zamanı. Şehir
merkezi olarak sayılan Plaza Independencia’nın doğu tarafındaki Sarmiento adlı trafiğe kapalı cadde, birçok
cafe, bar, restaurant seçeneği sunuyor. Biraz dolaşıp, happy hour olan bir
pizzacıya oturuyoruz. 2 kişilik pizza ve 2 bira için 100 Pezo ödüyoruz, son derece happy oluyoruz.
Buradaki sokak müzisyenleri çok
eğlenceli. Sırayla tüm mekanları dolaşıp performanslarını sergileyip bahşiş
topluyorlar ve bence aldıkları bahşişleri hakediyorlar. Yemek sonrasında, bu
yorucu günün sonunda kendimizi otele atıyoruz.
Alta Montana Turu (Biz ettik siz etmeyin)
Alta Montana turu için sabah kalkışımız çok erken.
Bu saatte normalde kahvaltı servisi başlamamış oluyor ama Nüket, Pablo ile İspanyolca
muhabbeti ilerlettiğinden, kalktığımızda kahvaltımız hazır bile. Tabi kahvaltı
deyince çok bir şey beklememek gerek, kahve, ekmek, peynir, salam ve Arjantin’e
geldiğimizden beri her gün 15km yürüsek de kilo veremememizin nedeni olan
mükemmel tatlı lezzet Dulce De Leche, nam-ı diğer süt reçeli.
Otelde kahvaltı |
Dulce De Leche |
Karnımızı
doyurup, birkaç ekmeği de yolluk olarak hazırlıyoruz. Az sonra tur minibüsümüz
bizi otelden alıyor. Yaklaşık 45 dakika diğer yolcuları da otellerinden almak
için dolaşıyoruz, sonrasında tur için yola koyuluyoruz. Rotamız, Mendoza’dan
çıkıp, Şili sınırına doğru gitmek üzerine kurulu. Tek yön yaklaşık 220km olmak
üzere yaklaşık 450km yol yapacağız.
Rehberimiz akıcı şekilde hem İspanyolca hem İngilizce konuşarak yol boyunca
geçtiğimiz yerlerle ilgili bilgi veriyor. Yaklaşık 1 saat yol aldıktan sonra ilk
durağımız kahvaltı molası oluyor. Mekanda
Nüket’in ilgisini çeken tek şey hayran olduğu Dogo Argentino cinsi bir köpeğin sokak köpeği olarak dışarıda bir
deri bir kemik masalardan yemek dilenmesi.
Türkiye’de çok pahalı olan bu cinsin
burada bu şekilde heba olması üzerine bir ton laf ettikten sonra zaten kahvaltı
etmiş olduğumuzdan, pek özelliği olmayan bir dinlenme tesisi olan bu yerde
yaklaşık 45 dakika kaybedip yola devam ediyoruz.
Yolda, güzel dağ manzarası
olan bir yerde ve San Martin yolu üzerindeki tarihi bir köprüde durup fotoğraf çektikten sonra, sezon dışı
olduğundan hiç kar olmayan bir kayak merkezinde mola veriyoruz.
Kayak yapmak
için anlamlı olabilecek ama onun dışında hiçbir özelliği olmayan, çıplak bir
dağa telesiyej ile çıkmak için kişi başı 120 Pezo istiyorlar.
Turdaki diğer 8
kişi ile birlikte bunun nasıl bir saçmalık olduğunu değerlendirirken geri kalan
4 kişi çıkmak istediğini söylüyor. Güneşin altında, tuvalet haricinde hiçbir
tesisin açık olmadığı bir dağ başında 1 saat kadar yukarı çıkan grubun dönmesini
bekliyoruz. Sonrasında, gezi rotasının en son noktasına doğru yola çıkıyoruz.
Şili sınırına yaklaşık 4 km kala bir dağ yoluna sapıp araçla tırmanmaya
başlıyoruz. Yaklaşık 20 dakikalık bir tırmanıştan sonra, bu yoldaki en yüksek
nokta olan, 3832m rakımlı bir tepede konumlu, “Cristo Retendor De Los Andes” adlı İsa anıtına çıkıyoruz.
Cristo Retendor De Los Andes |
Bu anıt,
1904 yılında, Şili ve Arjantin arasındaki sınır sorununun çözülmesi anısına
yaptırılmış. Kış aylarında -30 dereceye varan hava şartları nedeniyle çıkılamayan
bu anıta, sezon dışında olmamız dolayısıyla çıkabiliyoruz. Burası gezinin en
hatta neredeyse tek beğendiğimiz kısmı, çıkamasaydık bu geziye katılmamızın
hiçbir anlamı olmayacakmış. Anıtın bir
tarafı Arjantin sınırındayken, diğer tarafı Şili toprağı olarak kabul
ediliyor.
Şili tarafı |
Arjantin tarafı |
Herhangi bir sınır kontrolünün olmadığı bu alanda sınırsızca ülke
değiştirmeniz mümkün. Yüksekliği ve çevreye hakim konumu sayesinde muhteşem
manzaranın keyfini çıkarıyoruz.
Rehberimiz, bu yükseklikte nefes almada
sorunlar ve baş ağrısı vs gibi sendromlar yaşayabileceğimizi, dolayısıyla yavaş
hareket etmemizi söylüyor ama bu bile bizi zıpzıp fotoğraf çektirmekten
alıkoyamıyor.
Yaklaşık yarım saat durduktan sonra
geri dönüş için yola koyuluyoruz. İlk önce bir saatlik yemek molası veriyoruz.
Sonrasında “Puente Del Inca” yani
Inka Köprüsü’ne gidiyoruz. Burası, gezinin ana noktalarından birisi olarak
anlatılıp duruyordu. Gözümüzde öyle bir büyütmüşüz ki, Pamukkale gibi buranın
atası sayılabilecek bir harikayı görmüş kişiler olarak, nehrin taşı
şekillendirip doğal bir köprü oluşturduğu, doğru düzgün korunamamış bu yeri
gördüğümüzde biraz hayal kırıklığına uğruyoruz.
Puente Del Inca - Inka Bridge |
Bu anlamsız ve bir o kadar da yorucu turun sonunda kendimizi şımartmaya karar verip internetten lüks bir restaurant araştırıyoruz. Şarap ve et ağırlıklı restaurant seçenekleri ağzımızı sulandırıyor. Servisten inip, belirlediğimiz mekana doğru yürümeye başlıyoruz. İlk baktığımız yerin fiyatları çok yüksek geliyor (kişi başı 40$ civarı), ikinci seçeneğimize doğru yürürken sokakta oturmuş gençlerin ellerindeki bira ve sosisli sandviçlere gözümüz takılıyor. Tercihimiz kesinlikle burası. Bir marketin arkasında, ufak, salaş bir büfede sosislileri hazırlıyorlar. Market kısmından da biralarımızı aldık mı, kişi başı 35 Pezo’ya ziyafet tamam. Kaldırımdaki masalarda oturup yemeğimizi yiyoruz. En lüks yerde alamayacağımız zevki alıp karınlarımızı doyurmanın verdiği rahatlıkla otele dönüyoruz.
Tango mu Casino mu? Casinoda Tango'ya ne dersin?
Yorgunuz ama bir yandan da Mendoza’yı
çok sevdik ve gezmek, daha fazla görmek istiyoruz. Otel sahibimiz Pablo, bu
akşam saat 23:00’te kaçmaz bir Tango
gecesi var diyor ve Nüket’i can evinden vuruyor. Nüket için tek sakıncası
var, gösteri Casino’da. Bu da beni
ayartıyor ve ikimiz de bu plana olur veriyoruz. Biraz dinlenip, saat 22:00 gibi
otelden çıkıyoruz. Haritadan baktığımıza göre yaklaşık 2,5km uzaktayız. Şehri
de gezmek istediğimizden yürümeye karar veriyoruz. Haritada gösterilen yere
vardığımızda pek de tekin görünmeyen bir yerdeymişiz hissi uyanıyor. Esnafa
casinonun yerini sorduğumuzda buralarda olmadığını söyleyip, başka yeri tarif
ediyorlar. Çatpat İspanyolcamız ile pek de anlayamadığımızdan haritadan başka
bir adresi bulup oraya yöneliyoruz. Otele yakın bir yere dönüyoruz ama
buralarda da mekandan iz yok. Saat 23:00 civarında sonunda yerle ilgili bilgiye
ulaşıyoruz, yaklaşık 4km uzağındayız ve otobüse binmeye karar veriyoruz. Otobüs tabelalarını ve sistemini anlamamız
mümkün değil.
Otobüs duraklarındaki hat bilgilerini biz çözemedik |
Birilerine sorup biniyoruz. Elimizdeki
telefonların haritalarından da takip ederek yol alıyoruz, hedefe doğru
ilerlemekteyiz. Etraf karanlık. Yolun sonundan sola, sonra sağa dönüp bir
müddet gittikten sonra varacağız ama o da ne, otobüs sağa dönüyor, hedeften
uzaklaşıyoruz. Şöföre derdimizi anlatmaya çalıştığımızda yanlış bindiğimizi
anlıyoruz ve otobüsten iniyoruz. Yollar bomboş ve karanlık. İleride görünen ana
cadde yaklaşık 1km uzaklıkta. Etraftan ara sıra birileri geçiyor ama hiç otobüs
ya da taksi yok. Son derece korkmuş bir şekilde hızlı adımlarla caddeye doğru
ilerlerken yandan gelen köpek havlamasıyla ben yarım metre sıçrıyorum. Neyse ki
çimlerin üzerinde sahibiyle oynuyorlarmış. Yaklaşık 10 dakika sonra tekrar ana
yoldayız. Hedef artık çok yakınımızda. Az sonra casinoda tango
izliyoruz.Yaklaşık 1 saat kadar takıldıktan sonra çıktığımızda dönüş çok daha
kolay çünkü gideceğimiz yer olarak Plaza Independencia dememiz yeterli, bunu
bilmeyen ya da yanlış anlayabilecek kişi yok. Şansımıza, bindiğimiz otobüs
otelin kapısında bırakıyor bizi. Pestilimiz çıkmş bir şekilde uyuma zamanı.
Mendoza şehir turu
Son günümüz için termal havuzlara gitme planından vazgeçiyoruz, çünkü yaptığımız
araştırmaya göre bir sürü kişinin sıkış tepiş girdiği ufacık ve hiç de sağlıklı
olmayan bir yermiş, dolayısıyla günümüzü şehir gezisi ile geçirme planındayız.
Gece yola çıkacağımızdan, otelden çıkış yapıyoruz ama Pablo’dan rica edip eşyalarımızı
otelde bırakıyoruz.
Mendoza’nın şehirciliğinde çok ilginç
bir detay var. Tüm şehirde, ana caddelerin ve sokakların yanlarında, kaldırımla
yol arasındaki kısımda, genelde üstü açık, yaklaşık 50-60cm eninde ve 1m civarı
derinlikte kanallar ağı var. Öğrendiğimize
göre etrafı dağlarla çevrili bu şehirde, hem dağdaki karlar eridiğinde şehirde
olan su baskınlarını önlemek, hem de şehre su dağıtımını sağlamak üzere şehrin
kurulumundan itibaren yapılagelmiş bu kanallar.
Para bozdurmamız lazım, Pablo bir sokak
tarif ediyor, orada rahatlıkla bozdurabilirsiniz diyor. Arjantindeki son
günümüz olduğundan 30$ kadar bozdurmamız lazım. Tarif ettiği sokağa
gittiğimizde Arjantin’in döviz saçmalığı yine karşımızda. Sokakta 4-5 tane
resmi döviz bürosu var ve tabi ki bunların kurları çok düşük, 1$=8Pezo
civarında. Bunların önlerinde ise onlarca karaborsacı yanyana dizilmiş bir
şekilde ritmik olarak “cambio cambio
cambio” diye sesleniyor. Birer metre
aralıklarla dizilmiş sokak lambaları gibiler ve çok komikler. Birisine soruyoruz,
az para bozduracağımızdan 9,5Pezo veriyor, diğeri 10 olur diyor, Nüket ortamı
kızıştırıp hemen karşısındaki birine soruyor, en son 1$ için 11Pezo olarak
anlaşıyoruz.
Cambio Cambio Cambio |
Hemen bir Turist Infoya gidip şehir hakkında detay bilgi soruyoruz. Bizimle
ilgilenen görevliden çok güzel bilgiler alıyoruz. Bize geziye ilk gün akşam
yakınına gittiğimiz, mavi ışıklandırmalı belediye
binasından başlamamızı söylüyor. Buranın terasına çıkmalıymışız. Dediğini
yapıyoruz. Terasa çıktığımızda bize gönüllü çalışan, öğrenci bir rehber
veriyorlar. Dekoratif öğelerle ve sanat eserleriyle döşenmiş bu terastan Mendoza’nın çoğu yerini görmek
mümkün. Rehberimiz bunları teker teker anlatıyor.
Sonrasında yerel bir kişi olarak neler
yapmamızı önerdiğini soruyoruz, San
Martin Parkına mutlaka gitmemizi söylüyor. Bunu daha keyifli hale getirmek
için de önce metroya binmemizi ve son durakta inmemizi söylüyor. Bisiklet
kullanımını özendirmek için MetroBici
diye bir şey yapmışlar. Metroyu kullanıp, “Avenida General Las Heras” durağındaki
MetroBici istasyonuna biletinizi gösterirseniz size 2 saatliğine ücretsiz
bisiklet veriyorlar. Bisikletleri alıp San Martin Parkına doğru yola
koyuluyoruz. Yola çıktığımız anda farkediyoruz ki bu bisikletler tam bir
felaket, ne freni ne vitesi çalışıyor, sele ve gidon yüksekliği ayarı yok ve
pedalları kırık. Yine de bisiklet kullanmak eğlenceli geldiğinden azimliyiz.
Hava çok sıcak, 3km uzaklıktaki parka vardığımızda dilimiz dışarıda kalıyor.
Bisikletler o kadar kötü durumda ki koşarak gelmiş olsak daha az
yorulabilirdik. Park çok büyük ve
engebeli. Önümüzde uzanan uzun yokuşu çıkabilirsek parkın sonuna doğru hayvanat bahçesi var. Normal şartlar
altında ucunda hayvan olduğu sürece Nüket’i bu hedefe ulaşmaktan alıkoyabilecek
hiçbir güç yok ama bu bisikletlerle ilerlemek o kadar zor ki, Nüket pes ediyor,
varın siz anlayın bisikletlerin durumunu. Madem hayvanat bahçesine gidemiyoruz,
daha yakınlarda zaman içinde bu hayvanat bahçesinde ölmüş olan hayvanların doldurulmuş hallerinin
sergilendiği bir müze var, buraya gidiyoruz. Bisikletlerimizin kilitleri
yok, külüstür de olsalar çalınma riskini gözönüne alamıyoruz. Bisikletleri
nereye bırakabileceğimizi araştırırken müze görevlisi yardımımıza koşuyor ve
bisikletleri müzenin içinde bir toplantı odasına koyuyor. Görülmeye değer, güzel bir müze.
Belediye binasındaki rehberimiz, yemek yeri önerisi olarak her zamanki
gibi yerel halkın en çok gittiği yer olan Mercado
Central’i (Kapalı halk pazarı) öneriyor.
Bizim de her şehirde en sevdiğimiz
yerlerden olduğundan buranın yolunu tutuyoruz. Gittiğimizde çoğu yer kapalı.
Geç kaldığımızı düşünüp hemen bir yerde güzel sandviçlerimizi alıp karnımızı
doyuruyoruz. Biraz da internette araştırma yaparken zaman geçiyor, kalkarken
bir bakıyoruz ki geldiğimizde siesta arasıymış, saat 14:00 gibi tekrar açılıyor
mekanlar. İçeride biraz dolaşıp, satılan ilginç yiyeceklere göz attıktan sonra
çıkıyoruz.
Rehberimizin son önerisi de Akvaryuma gitmemizdi. İrili ufaklı bir çok
balığın, caretta caretta ve timsahların olduğu bu akvaryumu da gezdikten sonra
eşyalarımızı almak ve biraz dinlenmek için otele dönüyoruz.
Bu sıcakta, özellikle de bisiklet
turundan sonra duş almaya ihtiyacımız var ama sabah check-out yaptığımızdan bir
odamız yok. Pablo yine imdadımıza yetişip bir odayı açıyor, burada duşumuzu
alıp hazırlanıyoruz. Şili otobüsümüz için yaklaşık 2,5 saatimiz var. Lobide
oturup internetten Şili araştırması yapalım diyoruz. Bu sırada Nüket, Pablo’yla
sıkı bir muhabbete girişiyor. Tek ortak dil İspanyolca olduğundan ve Nüket’in
İspanyolcası da sınırlı olduğundan bu sefer Google Translate giriyor devreye.
Herkes kendi dilinde yazıp, Google çevirisi üzerinden muhabbet koyulaşıyor. Bir
ara Nüket oteli öylesine sahipleniyor ki, resepsiyon bankosunun arkasına bile geçiyor.
Bu sırada lobiye inen 50-55 yaşlarında bir
çift de katılıyor muhabbete. Şili’li olan ve bizimle aynı saatte ama farklı bir
firmayla Şili’ye gidecek olan bu çiftin de İngilizcesi yok ama o kadar
kaynaşıyoruz ki sarılmalar, kucaklaşmalar gırla gidiyor, terminale de beraber
taksi tutup gidiyoruz. Telefonlarını veriyorlar, Şili’de bir şeye ihtiyacımız
olursa aramamızı, istersek onlarda kalabileceğimizi söylüyorlar. Sarılıp
ayrılıyoruz.
Otobüste üst katta en öndeki
koltuklarımıza kuruluyoruz. Dün gittiğimiz Alta Montana turunda takip ettiğimiz
yolu takip ederek sınıra doğru yola koyuluyoruz. Gelmeden önce okuduğumuz
yorumlarda görmüştük de emin olamamıştık, Alta
Montana turuna katılmak yerine, Mendoza-Şili yolunu gündüz gitmek çok daha
mantıklı. Hem aynı yerleri görmüş oluyorsunuz hem de tur paranız ve gününüz
size kalıyor. Sınıra 10km kadar kala kontrol noktasında durduruluyoruz ve 10
dakika kadar Jandarma tüm otobüsü arayıp, kimlik kontrolü yapıyor. Nedenini
anlamadığımız bu kontrolden sonra devam edip sınıra varıyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder